Olmasaydı Sonumuz Böyle
Birçoğuna göre kibirden önünü göremeyen bir yıldız, kendisine göre haksızlığa uğramış bir futbolcu ve acılı bir baba. Kimin haklı olduğu bir yana, geri döndüğü gün kahraman gibi karşılandığı kulüpten, stadyumdan resmi kaldırılarak ayrılan bir efsaneyi görünce herkesin aklına gelen aynı cümle; olmasaydı sonumuz böyle…
Süreci neredeyse hepimiz tamamen biliyoruz, tekrar üstünden geçmek manasız olur ancak asıl problem, kimin doğruyu söylediği ve dürüst davrandığı gibi duruyor. Ronaldo belli ki şampiyonlar liginde oynamak için United’dan ayrılmak istedi ancak kampa katılmama gerekçesini kızının hastalığı olarak gösteriyor. United’ın bu durumu bilmesine rağmen ona inanmaması veya tevazu göstermediği bir senaryo, Erik ten Hag’ın gösterdiği tutarsız hareketlerle de örtüşüyor gibi görünüyor.
Erik ten Hag’ın kendi adına bu süreci çok iyi yönettiğini düşünsem de, basına karşı sergilediği olumlu tavrı Ronaldo’nun kendisine göstermediğini Ronaldo’nun açıklamalarından sonra rahatça anlayabiliyoruz. Tottenham maçında Ronaldo’yu son 3 dakika oyuna sokmak istemesi, Ronaldo’yu oyuna sokarken Rashford’ı sahada tutup onu ısrarla sol kanada atması, bana kalırsa Ronaldo ile oynama ve niyetini belli etme biçimiydi. Erik ten Hag, futbol anlayışına kesinlikle uymayan, -belki de- yıldız olarak da önüne geçmesinden rahatsız olduğu bir figürle çalışmak istemediğini kabul etmek yerine, iyi polisi oynamayı ve kendisine taraftar kazanmayı seçti.
United’a geldiğiniz ilk sezon Ronaldo’ya karşı tavır almak, Galatasaray taraftarına Fatih Terim’i kötülemekten farksız; kariyerin için mükemmel bir “intihar” şekli. Bunu yapmadığı için ten Hag’ı eleştiremem. Buna rağmen benim “Guardiola ekolü” dediğim iki yüzlü bu tavrın, oldukça rahatsız edici olduğunu söylemek gerekiyor. Guardiola’nın da takımda istemediği, hatta anlaşamadıklarını basından öğrendiğimiz birçok oyuncu hakkında abartılı övgüleri, hatta tabiri caizse şovlarını görmüştük. Agüero bunun açık bir örneğiydi. İstediğin tarzda performans veremeyecek bir oyuncuyu kulüpten gönderirken, basının önünde sevdiği birini kaybetmiş gibi ağlaması oldukça güzel bir “performans”tı. Zaten yüksek miktarda saygı duyduğumuz bu antrenörlerin, kendilerini daha çok sevdirmek için bu hareketlere başvurmasını gereksiz, hatta acınası buluyorum.
Ronaldo’nun böyle bir derdi olmaması güzel fakat onun da iletişim konusunda bir hayli hatalı ve eksik olduğunu da söylememiz gerekiyor. Röportajında bunu düzeltse de daha önce genç oyuncular hakkındaki Mourinho tarzı açıklamaları, kampa katılmama ve maçı yarıda terk etme konularında kamuoyuna hiçbir açıklama yapmaması; çoğu insanı Erik ten Hag tarafına dahil etti. Röportajın “Erik ten Hag’a saygı duymuyorum” kısmının önceden yayınlanıp, nedenlerini söylediği kısmının sonradan yayınlanmasının da kendi markası açısından kötü bir PR hareketi olduğunu düşünüyorum.
Şimdiyse dünyanın en zorlu turnuvasında Ronaldo’yu, sonrasında da dünyanın en zorlu liginde Manchester United’ın mücadelesini yakından takip edeceğiz. Gerçek şu ki, bu “mücadelenin” asıl kazananı; rekabet ettiği yerde istediğini yapan taraf olacak. Tabii ki seçeneklerden biri de, iki tarafın da birbirinden uzakta daha başarılı olması. Dünya Kupası’nı kazanırsa bırakacağını söyleyen Ronaldo için Chelsea ihtimali yazılıyor. Erik ten Hag’ın takımını ilk dörde sokup sokamayacağını ise zaman gösterecek.
Berkay Atacan